22 Ekim 2020, 02:49 tarihinde eklendi
YANSIMA
Issız sokaklarda tek başına yürüyordu; ağzında, salaş bardan çıkana kadar içtiği cinin leş gibi tadı ile
yolda bir sağa, bir sola yalpalayarak yürüyordu. Bir yandan da ağzında, çıkmadan önce duyduğu son
şarkının sözleri. ‘’With or without you, With or without you, I can't live, With or without you’’. Son
bölümünü bağırarak söylediğinde pencereden bakan bir adam; “yavaş kardeşim gecenin dördünde ne
anırıyorsun” diye seslendiğinde, ona en şık gülümsemesi ile cevap vererek reverans yaptı. Bu kırık
gülümsemesi annesinin ve babasının ona bıraktığı en muazzam mirastı belki de.
Sokağın çıkışına geldiğinde karşısına bir adam çıktı, aynı ona benzeyen bir adam. Bir yansıma gibi
karşısına çıkmış ona bakıyordu. Bir sağa, bir sola doğru hamle yaptı, adam da ona aynı hamlelerle
karşılık verdi, aynı bir yansıma gibi.
-Neden, neden duruyorsun önümde? diye sordu Ali.
-Hatırlatmak için diyerek karşılık verdi adam.
-Neyi hatırlatmak?
-İçindeki yedi seni ve dışarıya çıkacak yeni seni.
Ali’nin kafası karıştı, öylece kalakalmıştı. Karanlık sokakta adamı itip geçebilirdi, ama işte sokak
karanlıktı. Ya adamın bir bıçağı, sopası ya da bir tabancası varsa? Ali kendini riske atamazdı. Henüz
ölmek için çok az şey yaşamıştı.
Sadece bir kaç saniye sonrasında adam Ali’nin az önce penceredeki adama yaptığı reveransın
kusursuz bir kopyasını yaparak konuşmaya başladı. İlk kelimesi ‘’Superbia’’ idi.
Ali “Ne? Ne demek supurşey” diye sordu.
Adam, Ali’nin gülümsemesi ile cevap verdi.
-‘’Superbia’’ yani, sana şöyle anlatayım; Şu garsonu hatırlıyor musun? Hani Zeynep ile yemeğe
çıktığınızda size hizmet eden garsonu?
Ali, gözünde yaşadığını canlandırdığında, evet manasında kafasını salladı
“Hoşgeldiniz karar verdiniz mi?” diye sordu ihtiyar garson. Garson muhtemelen Ali’nin babasından
biraz daha yaşlıydı. Sevecen gözlerle ikiliye bakıyordu.
Ali adamın yüzüne bile bakmadan ‘’Henüz değil, karar verdiğimiz zaman seni çağırırız.’’ dedi.
Garson giderken Zeynep, “Yazık ya, adam bu yaşta çalışıyor.” diye düşüncelerini dile getirdi.
Ali, ‘’Yazık mı? Ne yazığı? Birileri bu şekilde olmalı, ömrünün sonuna kadar hizmet etmeli.’’ dedi.
Elini yaşlı garsona doğru salladı adam hızlıca yanlarında bitti. ‘’Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?’’
‘’Öncelikle, efendim diyerek başlayabilirsin.’’
Yaşlı garson kafasını mahcup bir şekilde eğdi. ‘’Size nasıl yardımcı olabilirim efendim.’’ diye düzeltti
kendisini.
‘’Kibir en sevdiğim günahtır’’ demişti Al Pacino, Şeytan’ın Avukatı’nda. Al Pacino bu filmde günahın
kendisine atfedildiğini söylüyordu aslında, kibir günahı Şeytan’a atfedilmiş bir günahtı” dedi adam
Ali’nin gözlerinin içerisine bakarak. Adamın gözleri o kadar koyu renkteydi ki Ali bir an o gözlerin
içerisinde kaybolacağı hissi ile korktu. Sonra gözler, esen rüzgar ile dalgalanınca Ali gözlerini ondan
kaçırabildi.
‘’O zaman devam edelim değil mi?’’ diye sordu adam. Ali hiçbir şey diyemedi sadece yutkundu. Adam
Ali’nin tekrar kaçırdığı gözlerini yakalayarak ‘’Avaritia’’ dedi. Ali bu sefer karşılık vermeyince adam
direkt sordu. ‘’Babanla son konuşmanızı hatırlıyor musun?’’
yolda bir sağa, bir sola yalpalayarak yürüyordu. Bir yandan da ağzında, çıkmadan önce duyduğu son
şarkının sözleri. ‘’With or without you, With or without you, I can't live, With or without you’’. Son
bölümünü bağırarak söylediğinde pencereden bakan bir adam; “yavaş kardeşim gecenin dördünde ne
anırıyorsun” diye seslendiğinde, ona en şık gülümsemesi ile cevap vererek reverans yaptı. Bu kırık
gülümsemesi annesinin ve babasının ona bıraktığı en muazzam mirastı belki de.
Sokağın çıkışına geldiğinde karşısına bir adam çıktı, aynı ona benzeyen bir adam. Bir yansıma gibi
karşısına çıkmış ona bakıyordu. Bir sağa, bir sola doğru hamle yaptı, adam da ona aynı hamlelerle
karşılık verdi, aynı bir yansıma gibi.
-Neden, neden duruyorsun önümde? diye sordu Ali.
-Hatırlatmak için diyerek karşılık verdi adam.
-Neyi hatırlatmak?
-İçindeki yedi seni ve dışarıya çıkacak yeni seni.
Ali’nin kafası karıştı, öylece kalakalmıştı. Karanlık sokakta adamı itip geçebilirdi, ama işte sokak
karanlıktı. Ya adamın bir bıçağı, sopası ya da bir tabancası varsa? Ali kendini riske atamazdı. Henüz
ölmek için çok az şey yaşamıştı.
Sadece bir kaç saniye sonrasında adam Ali’nin az önce penceredeki adama yaptığı reveransın
kusursuz bir kopyasını yaparak konuşmaya başladı. İlk kelimesi ‘’Superbia’’ idi.
Ali “Ne? Ne demek supurşey” diye sordu.
Adam, Ali’nin gülümsemesi ile cevap verdi.
-‘’Superbia’’ yani, sana şöyle anlatayım; Şu garsonu hatırlıyor musun? Hani Zeynep ile yemeğe
çıktığınızda size hizmet eden garsonu?
Ali, gözünde yaşadığını canlandırdığında, evet manasında kafasını salladı
“Hoşgeldiniz karar verdiniz mi?” diye sordu ihtiyar garson. Garson muhtemelen Ali’nin babasından
biraz daha yaşlıydı. Sevecen gözlerle ikiliye bakıyordu.
Ali adamın yüzüne bile bakmadan ‘’Henüz değil, karar verdiğimiz zaman seni çağırırız.’’ dedi.
Garson giderken Zeynep, “Yazık ya, adam bu yaşta çalışıyor.” diye düşüncelerini dile getirdi.
Ali, ‘’Yazık mı? Ne yazığı? Birileri bu şekilde olmalı, ömrünün sonuna kadar hizmet etmeli.’’ dedi.
Elini yaşlı garsona doğru salladı adam hızlıca yanlarında bitti. ‘’Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?’’
‘’Öncelikle, efendim diyerek başlayabilirsin.’’
Yaşlı garson kafasını mahcup bir şekilde eğdi. ‘’Size nasıl yardımcı olabilirim efendim.’’ diye düzeltti
kendisini.
‘’Kibir en sevdiğim günahtır’’ demişti Al Pacino, Şeytan’ın Avukatı’nda. Al Pacino bu filmde günahın
kendisine atfedildiğini söylüyordu aslında, kibir günahı Şeytan’a atfedilmiş bir günahtı” dedi adam
Ali’nin gözlerinin içerisine bakarak. Adamın gözleri o kadar koyu renkteydi ki Ali bir an o gözlerin
içerisinde kaybolacağı hissi ile korktu. Sonra gözler, esen rüzgar ile dalgalanınca Ali gözlerini ondan
kaçırabildi.
‘’O zaman devam edelim değil mi?’’ diye sordu adam. Ali hiçbir şey diyemedi sadece yutkundu. Adam
Ali’nin tekrar kaçırdığı gözlerini yakalayarak ‘’Avaritia’’ dedi. Ali bu sefer karşılık vermeyince adam
direkt sordu. ‘’Babanla son konuşmanızı hatırlıyor musun?’’
Ali’nin sağ gözünden yanağına doğru bir damla yaş süzüldü.
Ali babası ile evin tam çıkış kapısı önünde durmuş, yaşlı adama söyleniyordu.
“Hadi ama daha fazlası olmalı, bu kadarcık değildir.”
Yaşlı adam gözlerini kırpıştırarak baktı, ‘’Vallahi oğlum, bu ayki emekli maaşım işte.’’ diye cevap verdi.
“Baba bak bu paranı on misli ile sana getireceğim. Murtaza bizim şirketten borsada çok iyi kağıtlar
bulmuş. O kağıtlarla cidden çok para kazanacağız. O nedenle daha varsa ver.”
Baban o ayın sonunda kalp krizi geçirdi ve öldü. Bütün parayı bitirdiğin için adamın cenazesini
belediye kaldırmıştı değil mi?
Karşısındaki adamın bu sorusu Ali üzerinde şok etkisi yaratmıştı. ‘’Ben… Ben böyle olsun
istememiştim.’’ diyebildi sadece.
Adam yine gülümseyerek, “Açgözlülülük, bilir misin bu günah Mammon’a atfedilmiştir. Mammon
şeytanın oğullarından birisi iken Aramicede ‘’para, zenginlik’’ demekken, ingilizce money kelimesinin
buradan geldiğini hiç düşünmüş müsündür acaba, babanı şeytanın oğullarından birisi için kurban
ettiğini hiç düşünmüş müsündür?”
Bence hemen üç numaraya geçelim dedi adam, Ali yine bir şey söyleyemedi, hala babasını
düşünmeye devam ediyordu. Adam ‘’Luxuria’’ dediğinde vücudundaki bütün tüyler diken diken
olmuştu. Adam cümlesine devam etti; “Helin’i hatırlıyor musun?”
Ali’nin ağzı çarpıldı bu ismi duyunca, yutkunamadı boğazı adeta düğümlenmişti. Helin, Ali’nin eski
karısıydı.
-Bunu bana nasıl yaparsın Ali? Ben sana ne yaptım?
-Aman niye bu kadar takıldın ki tek gecelik bir şeydi işte.
-Nasıl tek gecelik ya! Ne diyorsun sen Ali? Neyin eksikti, ne buldun onda da bana bunu yapabildin?
-Senden genç ve senden güzeldi.
‘’Senden genç ve güzeldi’’ bir insan daha ne kadar gaddar olabilir ki? O kadın seni çok sevmişti değil
mi Ali? diye sordu adam.
Ali, “Evet beni çok sevmişti” diye yanıtladı.
“Asmedeus, şehvet günahı Asmedeus’a ithaf edilmiştir. Asmedeus Tanrı onu ifritlerle savaşmaya
yolladığında o ifritlerle çiftleşmiş ve bu birliktelik bir hybrid olan zebanilerin doğmasına yol açmıştır.
Peki sen şehvetine dur diyebildin mi Ali? Sadece Zeynep mi olmuştu?”
Ali sadece “ben, ben… “ diyebildiği anda adam, “şimdi de Invidia’dan konuşalım biraz istersen. Eski iş
arkadaşın Hilmi’yi hatırlıyor musun? Hani şu sıska ama çalışkan Hilmi’yi.”
Hilmi çok zayıf, uzun boylu, bir zamanların başbakanı Erdal İnönü’ye benzeyen bir adamdı. En önemli
özelliklerinden birisi ise çok çalışkan olmasıydı. Hilmi’nin herkesten sakladığı ama Ali’nin bir şekilde
öğrendiği bir özelliği de eşcinsel olmasıydı. Bir toplantı neticesinde patronların Hilmi’nin çalışmalarını
takdir etmesi sonunda Ali daha fazla dayanamamış ve toplantı sonrası bir masaya çıkmıştı.
-Arkadaşlar Hilmi’yi hepimiz çok iyi tanıyoruz. Çok çalışkan, çok dürüst bir adam ama hepimizden
sakladığı bir sırrı var.
Hilmi olacakların farkına vararak, kafasını yapma dercesine iki yana salladı.
Ali babası ile evin tam çıkış kapısı önünde durmuş, yaşlı adama söyleniyordu.
“Hadi ama daha fazlası olmalı, bu kadarcık değildir.”
Yaşlı adam gözlerini kırpıştırarak baktı, ‘’Vallahi oğlum, bu ayki emekli maaşım işte.’’ diye cevap verdi.
“Baba bak bu paranı on misli ile sana getireceğim. Murtaza bizim şirketten borsada çok iyi kağıtlar
bulmuş. O kağıtlarla cidden çok para kazanacağız. O nedenle daha varsa ver.”
Baban o ayın sonunda kalp krizi geçirdi ve öldü. Bütün parayı bitirdiğin için adamın cenazesini
belediye kaldırmıştı değil mi?
Karşısındaki adamın bu sorusu Ali üzerinde şok etkisi yaratmıştı. ‘’Ben… Ben böyle olsun
istememiştim.’’ diyebildi sadece.
Adam yine gülümseyerek, “Açgözlülülük, bilir misin bu günah Mammon’a atfedilmiştir. Mammon
şeytanın oğullarından birisi iken Aramicede ‘’para, zenginlik’’ demekken, ingilizce money kelimesinin
buradan geldiğini hiç düşünmüş müsündür acaba, babanı şeytanın oğullarından birisi için kurban
ettiğini hiç düşünmüş müsündür?”
Bence hemen üç numaraya geçelim dedi adam, Ali yine bir şey söyleyemedi, hala babasını
düşünmeye devam ediyordu. Adam ‘’Luxuria’’ dediğinde vücudundaki bütün tüyler diken diken
olmuştu. Adam cümlesine devam etti; “Helin’i hatırlıyor musun?”
Ali’nin ağzı çarpıldı bu ismi duyunca, yutkunamadı boğazı adeta düğümlenmişti. Helin, Ali’nin eski
karısıydı.
-Bunu bana nasıl yaparsın Ali? Ben sana ne yaptım?
-Aman niye bu kadar takıldın ki tek gecelik bir şeydi işte.
-Nasıl tek gecelik ya! Ne diyorsun sen Ali? Neyin eksikti, ne buldun onda da bana bunu yapabildin?
-Senden genç ve senden güzeldi.
‘’Senden genç ve güzeldi’’ bir insan daha ne kadar gaddar olabilir ki? O kadın seni çok sevmişti değil
mi Ali? diye sordu adam.
Ali, “Evet beni çok sevmişti” diye yanıtladı.
“Asmedeus, şehvet günahı Asmedeus’a ithaf edilmiştir. Asmedeus Tanrı onu ifritlerle savaşmaya
yolladığında o ifritlerle çiftleşmiş ve bu birliktelik bir hybrid olan zebanilerin doğmasına yol açmıştır.
Peki sen şehvetine dur diyebildin mi Ali? Sadece Zeynep mi olmuştu?”
Ali sadece “ben, ben… “ diyebildiği anda adam, “şimdi de Invidia’dan konuşalım biraz istersen. Eski iş
arkadaşın Hilmi’yi hatırlıyor musun? Hani şu sıska ama çalışkan Hilmi’yi.”
Hilmi çok zayıf, uzun boylu, bir zamanların başbakanı Erdal İnönü’ye benzeyen bir adamdı. En önemli
özelliklerinden birisi ise çok çalışkan olmasıydı. Hilmi’nin herkesten sakladığı ama Ali’nin bir şekilde
öğrendiği bir özelliği de eşcinsel olmasıydı. Bir toplantı neticesinde patronların Hilmi’nin çalışmalarını
takdir etmesi sonunda Ali daha fazla dayanamamış ve toplantı sonrası bir masaya çıkmıştı.
-Arkadaşlar Hilmi’yi hepimiz çok iyi tanıyoruz. Çok çalışkan, çok dürüst bir adam ama hepimizden
sakladığı bir sırrı var.
Hilmi olacakların farkına vararak, kafasını yapma dercesine iki yana salladı.
Ali ise çarpık gülüşünü tekrar yüzüne takınarak devam etti. “Hilmi eşcinsel arkadaşlar. Evet,
aramızdan herhangi birinden hoşlanıyor olabilir. Yani Hilmi burada olduğu sürece hiçbirimiz güvende
değiliz.” Ali’nin bu cümleleri sonrası herkes kahkaha atmaya başladı.
Herkes arkasını dönüp Hilmi’ye baktığında, Hilmi artık orada değildi. Kabul etmiş ve gitmişti. Bu kadar
önyargılı insanın arasında daha fazla duramayacağını biliyordu. O günden sonra bir daha Hilmi’yi
gören olmadı.
“Kıskançlık Levitian’a atfedilmiş bir hastalıktır Ali. Sen Hilmi’nin kötü olduğunu düşündün aynı, Paul
Auster’in Levaithan adındaki kitabında geçen ‘’Kıskanç olduğu için bir yanıyla herşeyin en kötüsüne
inanmak istiyor.’’ cümlesi gibi. Sen kıskanç olduğun için bir insanın hayatını yok etmekte herhangi bir
kötülük görmedin. Çünkü onu yaptığında kötülüğün ta kendisi sendin.”
Ali gırtlaktan hayır diyebildi. Ben böyle olsun istememiştim.
-Neyse Ali, olan oldu. ‘’Gula’’ ’dan bahsedelim mi biraz. Helin’le düğün gününüzü hatırlıyor musun?
-Ama o gün bir şey olmadı ki her şey olması gerektiği gibiydi.
-Peki biraz daha detaya inelim, Sigara içmeye çıktığın zamanı hatırlıyor musun?
-Ama o çocuk o yemekleri bitiremezdi, tek başınaydı, diye cevap verdi Ali.
Bir kış günüydü düğün. Dışarı çıkarken, bir garson, elinde bir yemek tabağını tepeleme doldurmuş bir
şekilde Ali’nin yanında yürüyordu. Ali sigarasını yakarken garson sıska, kemikleri sayılan bir çocuğu
çağırdı. Elindeki tabağı çocuğa vermek üzereyken Ali, ‘’Hayırdır sen ne yapıyorsun?’’ diye sordu
garsona.
-Ailesi ile şurada yaşıyorlar, diyerek ileride bir gecekonduyu gösterdi.
-Bunlar artan yemekler.
-Artmamıştır onlar ver bakayım şu tabağı.
Ali tabağın içerisindeki böreklerden birini bir lokmada yuttu. “Bak yemek artmamış hadi şimdi git.
Çalışıp kazanın böyle bedava olmaz.”
“O gün bütün o tabağı mide fesadı geçirene kadar yedin” dedi adam. “Oburluk Beelzebub’a atfedilmiş
bir günahtı, Beelzebub aynı zamanda sineklerin Lordu olarak bilinir. Senin o bitirdiğin yemek tabağının
üzerinde de sinekler uçuşmuyor muydu Ali?”
Ali bir şey demek, kendini anlatabilmek için ağzını açtı ama tek kelime çıkamadı ağzından.
-Dur dur, daha henüz en enteresanına gelmedik. ‘’Ira’’, Helin’i aldatıp, gittiğin o kadını hatırlıyor musun
Ali?
-Ze… Zeynep ama onun ne ilgisi var?
-Helin’in boşanma davasını açtığını öğrendiğin gün hani ona gitmiştin.
Zeynep’in apartmanının önüne geldiğinde Helin’e ilişkilerini, Zeynep’in anlattığına emindi. Kapıdan
içeri girer girmez kızın gırtlağını sıkmaya başladı. Kızın yeşil gözleri kocaman olmuş ama Ali’nin
elinden kurtulamıyordu.
-Sen söyledin değil mi? Ne sanıyordun karımla boşanıp seninle mi evleneceğim.
-Ali yemin ederim ne dediğini bilmiyorum.
Kız gırtlağındaki el sıkmayı kestiğinde bu sözleri zar zor söylemiş sonra öksürük nöbeti geçirmişti.
-Kızım bitti anlıyor musun? Bir daha seni görmeyeceğim.
Kızın yüzüne yumruk attı. Yumruğun denk geldiği yer hızla yeşil renge bürünüp, kadın hıçkırıklar
içinde ağlarken Ali biraz da olsa sakinleşmiş, apartmandan dışarı çıkıyordu.
aramızdan herhangi birinden hoşlanıyor olabilir. Yani Hilmi burada olduğu sürece hiçbirimiz güvende
değiliz.” Ali’nin bu cümleleri sonrası herkes kahkaha atmaya başladı.
Herkes arkasını dönüp Hilmi’ye baktığında, Hilmi artık orada değildi. Kabul etmiş ve gitmişti. Bu kadar
önyargılı insanın arasında daha fazla duramayacağını biliyordu. O günden sonra bir daha Hilmi’yi
gören olmadı.
“Kıskançlık Levitian’a atfedilmiş bir hastalıktır Ali. Sen Hilmi’nin kötü olduğunu düşündün aynı, Paul
Auster’in Levaithan adındaki kitabında geçen ‘’Kıskanç olduğu için bir yanıyla herşeyin en kötüsüne
inanmak istiyor.’’ cümlesi gibi. Sen kıskanç olduğun için bir insanın hayatını yok etmekte herhangi bir
kötülük görmedin. Çünkü onu yaptığında kötülüğün ta kendisi sendin.”
Ali gırtlaktan hayır diyebildi. Ben böyle olsun istememiştim.
-Neyse Ali, olan oldu. ‘’Gula’’ ’dan bahsedelim mi biraz. Helin’le düğün gününüzü hatırlıyor musun?
-Ama o gün bir şey olmadı ki her şey olması gerektiği gibiydi.
-Peki biraz daha detaya inelim, Sigara içmeye çıktığın zamanı hatırlıyor musun?
-Ama o çocuk o yemekleri bitiremezdi, tek başınaydı, diye cevap verdi Ali.
Bir kış günüydü düğün. Dışarı çıkarken, bir garson, elinde bir yemek tabağını tepeleme doldurmuş bir
şekilde Ali’nin yanında yürüyordu. Ali sigarasını yakarken garson sıska, kemikleri sayılan bir çocuğu
çağırdı. Elindeki tabağı çocuğa vermek üzereyken Ali, ‘’Hayırdır sen ne yapıyorsun?’’ diye sordu
garsona.
-Ailesi ile şurada yaşıyorlar, diyerek ileride bir gecekonduyu gösterdi.
-Bunlar artan yemekler.
-Artmamıştır onlar ver bakayım şu tabağı.
Ali tabağın içerisindeki böreklerden birini bir lokmada yuttu. “Bak yemek artmamış hadi şimdi git.
Çalışıp kazanın böyle bedava olmaz.”
“O gün bütün o tabağı mide fesadı geçirene kadar yedin” dedi adam. “Oburluk Beelzebub’a atfedilmiş
bir günahtı, Beelzebub aynı zamanda sineklerin Lordu olarak bilinir. Senin o bitirdiğin yemek tabağının
üzerinde de sinekler uçuşmuyor muydu Ali?”
Ali bir şey demek, kendini anlatabilmek için ağzını açtı ama tek kelime çıkamadı ağzından.
-Dur dur, daha henüz en enteresanına gelmedik. ‘’Ira’’, Helin’i aldatıp, gittiğin o kadını hatırlıyor musun
Ali?
-Ze… Zeynep ama onun ne ilgisi var?
-Helin’in boşanma davasını açtığını öğrendiğin gün hani ona gitmiştin.
Zeynep’in apartmanının önüne geldiğinde Helin’e ilişkilerini, Zeynep’in anlattığına emindi. Kapıdan
içeri girer girmez kızın gırtlağını sıkmaya başladı. Kızın yeşil gözleri kocaman olmuş ama Ali’nin
elinden kurtulamıyordu.
-Sen söyledin değil mi? Ne sanıyordun karımla boşanıp seninle mi evleneceğim.
-Ali yemin ederim ne dediğini bilmiyorum.
Kız gırtlağındaki el sıkmayı kestiğinde bu sözleri zar zor söylemiş sonra öksürük nöbeti geçirmişti.
-Kızım bitti anlıyor musun? Bir daha seni görmeyeceğim.
Kızın yüzüne yumruk attı. Yumruğun denk geldiği yer hızla yeşil renge bürünüp, kadın hıçkırıklar
içinde ağlarken Ali biraz da olsa sakinleşmiş, apartmandan dışarı çıkıyordu.
Ali’nin bu sefer sağ gözünden yaş süzüldü. Gerçekten bunu yapmıştı. Gerçekten hiçbir suçu
olmadığını bir iki ay sonra öğrendiği Zeynep’e öfke nöbeti sırasında zarar vermişti.
Adam yine konuşmaya başladı. “Öfke Baphomet’e atfedilmiş bir günahtır. Baphomet tasvir olarak bile
negatif enerjiyi bir eliyle alıp, diğer eliyle yeryüzüne aktaran şeytandır. Halka büyük zararlar vermiş
tapınak şövalyelerinin ruhunu kinle doldurduğu söylenir.”
Ali’nin iki gözünden de yaşlar süzülmeye başladı. Çarpılmış ağzı, dizlerinin üzerine çökmüş Ali’yi iyice
Hilkat garibesine benzetmişti.
“Tamam kalk ağlama, son bir şey daha kaldı onu hatırlayalım önce” dedi adam.
‘’Acedia…”
“Son üç aydır ne yapıyorsun Ali?”
Ali son üç aydır işinden kovulduğundan beri hiçbir şey yapmıyordu. Annesinin son kalan bileziğini
bozdurmuş, onunla salaş bir bara gitmiş bütün gece içmişti. Kanında cin yerine şu an annesinin
bilezikleri yüzüyordu.
-Dur oğlum o bileziği de alırsan bu ay ne yer ne içeriz. Bir iş baksana, bak arkadaşlarının hepsi
çalışıyor. Sen bütün gün yatıyorsun. Ne olur oğlum yapma böyle.
Yaşlı kadın bu cümleleri kurarken gözlerinden akan yaşları bir yandan tülbenti ile siliyordu.
-Tamam anne ya.
Kapıyı çekip çıkan Ali sadece biraz içip tekrar eve dönüp yatmayı düşünüyordu.
Adam, Ali’ye gülümseyerek baktı. “Miskinlik Belphegor’a ithaf edilmiş bir günahtır. İşte miskinlik
biliyorsun, duyuyorsun, ruhunun çürüdüğünü benim kadar sen de hissediyorsun.”
Ali zorla da olsa tekrar adamın gözlerinin içeisine baktı. O karanlıkta kaybolmak istiyordu. “Peki bütün
bunları sen nereden biliyorsun?” diye sordu.
“Biliyorum çünkü ben senim, senin her günahın, her sevabınım beni şöyle düşün”, adam bir an durdu,
sonra devam etti. “Ben senin Christmas Carol’unum. O masalı duymuşsundur sanırım, yani ben
biliyorsam elbet sen de biliyorsundur.”
Ali, “Biliyorum” dedi. “Özür dilerim…”
Adam neden diye sormadı. Adam sormadıkça Ali özür dilemeye devam etti.
Ali’nin yanından sabah koşusuna çıkan bir çift geçiyordu.
“Adam su birikintisinden özür mü diliyordu” diye sordu genç kadın, genç adama.
“Aman boşver deli herhalde” diye cevap verdi genç adam.
olmadığını bir iki ay sonra öğrendiği Zeynep’e öfke nöbeti sırasında zarar vermişti.
Adam yine konuşmaya başladı. “Öfke Baphomet’e atfedilmiş bir günahtır. Baphomet tasvir olarak bile
negatif enerjiyi bir eliyle alıp, diğer eliyle yeryüzüne aktaran şeytandır. Halka büyük zararlar vermiş
tapınak şövalyelerinin ruhunu kinle doldurduğu söylenir.”
Ali’nin iki gözünden de yaşlar süzülmeye başladı. Çarpılmış ağzı, dizlerinin üzerine çökmüş Ali’yi iyice
Hilkat garibesine benzetmişti.
“Tamam kalk ağlama, son bir şey daha kaldı onu hatırlayalım önce” dedi adam.
‘’Acedia…”
“Son üç aydır ne yapıyorsun Ali?”
Ali son üç aydır işinden kovulduğundan beri hiçbir şey yapmıyordu. Annesinin son kalan bileziğini
bozdurmuş, onunla salaş bir bara gitmiş bütün gece içmişti. Kanında cin yerine şu an annesinin
bilezikleri yüzüyordu.
-Dur oğlum o bileziği de alırsan bu ay ne yer ne içeriz. Bir iş baksana, bak arkadaşlarının hepsi
çalışıyor. Sen bütün gün yatıyorsun. Ne olur oğlum yapma böyle.
Yaşlı kadın bu cümleleri kurarken gözlerinden akan yaşları bir yandan tülbenti ile siliyordu.
-Tamam anne ya.
Kapıyı çekip çıkan Ali sadece biraz içip tekrar eve dönüp yatmayı düşünüyordu.
Adam, Ali’ye gülümseyerek baktı. “Miskinlik Belphegor’a ithaf edilmiş bir günahtır. İşte miskinlik
biliyorsun, duyuyorsun, ruhunun çürüdüğünü benim kadar sen de hissediyorsun.”
Ali zorla da olsa tekrar adamın gözlerinin içeisine baktı. O karanlıkta kaybolmak istiyordu. “Peki bütün
bunları sen nereden biliyorsun?” diye sordu.
“Biliyorum çünkü ben senim, senin her günahın, her sevabınım beni şöyle düşün”, adam bir an durdu,
sonra devam etti. “Ben senin Christmas Carol’unum. O masalı duymuşsundur sanırım, yani ben
biliyorsam elbet sen de biliyorsundur.”
Ali, “Biliyorum” dedi. “Özür dilerim…”
Adam neden diye sormadı. Adam sormadıkça Ali özür dilemeye devam etti.
Ali’nin yanından sabah koşusuna çıkan bir çift geçiyordu.
“Adam su birikintisinden özür mü diliyordu” diye sordu genç kadın, genç adama.
“Aman boşver deli herhalde” diye cevap verdi genç adam.
BİR CEVAP YAZ