29 Kasım 2020, 21:41 tarihinde eklendi
Yağmur Olasılığı
Kulaklığımı taktım, elimdeki telefondan şarkımı seçtim ve başlat düğmesine bastım. Şarkının temposuna ayak uydurarak yürümeye başladım. Kaç gündür kendime takıntı yaptığım şarkı Redd’den “Siktiret boşver”. Şarkı biterken başa alıp alıp tekrar dinlemeye devam ediyordum. Hafif yağmur başladı; umurumda bile değildi. Sonbahar yağmuru işte, üşütmez, ıslatmaz. Aslında romantik biri de değilimdir. Hatta birçok insan benim romantizme düşman olarak dünyaya geldiğimi söyler. Bu düşünceler aklımdan geçerken gülümsüyorum kendime. Şarkıyı tekrar başa alıyorum. Herkes aslında yanlış biliyor. Aslında her şeyi sadece kendi içimde yaşıyorum. Dışarı yansıtmıyorum, dışarı yansıtmaya korkuyorum; insanlar içimi dışıma çıkarır da çıplak kalırım diye. Çocuk parkının önünden geçerken sarı yaprakların arasında yürüyen bir kadın görüyorum; kulağında kulaklıklarla. Simsiyah saçları var ve bembeyaz teni, bir de kırmızı dudakları. Üzerinde çimen yeşili bir yağmurluğu var sonbahara karşıcı. Kadınla aramızda dokuz bilemedin on adım mesafe var.
1.
Aynı odanın içerisinde iki yabancı gibiyiz. Bir yatakta birbirimize sırtımızı dönmüş oturuyoruz. Bir süre sonra “Ben seni hiç sevmedim ki.” diyorsun. Ben cevap vermemeyi tercih ediyorum; çünkü cevap versem bir koca dünya yıkılacakmış gibi hissediyorum. Sessiz kalırsam belki biraz daha kalırsın yanımda diye düşünüyorum. Pencereden içeriye bir rüzgâr esiyor ve parfüm kokunu burnuma taşıyor. O kadar güzel kokuyorsun ki… “Ben gidiyorum.” diyorsun. Gitme diyemiyorum; git diyemiyorum; ne diyorum ben diye geçiriyorum içimden. Elim kasetçalara uzanıyor istemsiz play tuşuna basıyorum. Önce bandın dönüş sesi geliyor hafif bir hışırtı ile daha sonra müzik başlıyor. Mor ve ötesi, ‘Beyaz’. “Bu şarkıyı biliyor musun?” diyorum. Kaşlarını öfkeyle kaldırıyorsun. “Ben sana ne diyorum ya!” diyorsun. Yatak odasından çıkıyorsun. Ben parfümünün kokusunu takip ederek peşinden geliyorum. Çimen yeşili yağmurluğunu giyiyorsun, içeriden şarkı sesi geliyor ‘Beyaz beyaz dibine dek beyaz’. “Hayır” diyorum içimden “Yeşil işte görmüyor musun? Dibine dek yeşil.” Kapı çarpılıyor tam burnumun üzerine. Pencereye koşuyorum belki son kez görürüm diye hava çok karanlık göremiyorum.
2.
Sarmaş dolaş çıkıyoruz salaş bir bardan dışarıya. Sen gülüyorsun; o kadar güzel gülüyorsun ki herkes sana hayranlıkla bakıyor ama en çok ben hayranım. Bar her zamanki kapanış şarkısı olan Tarkan’dan ‘Biz nereye’ çalıyor. Ben bir yandan elini tutup bir yandan şarkıyı söylüyorum ‘Uçmasam da göklere, bir kuş olsam pencerede’, bir yandan da cebimden sigaramı çıkartıyorum. “Bıraksana şunu ya” diyorsun “Ne bileyim içme işte yani kendin için.” “Tamam” diyorum “Bu son.” Kendimin inanmadığı bir yalana seni inandırmak kolay geliyor sanırım. Çakmağımı çıkartıyorum elimden kapıp sigaramı yakıyorsun. “Artık bana bir yemek borcun var.” diyorsun. Gülümsüyorum, “Evet gerçekten var.” diyerek. Birkaç çocuk yaklaşıyor yanımıza; çocuklar madde bağımlısı belli. “Abi para ver.” diyor biri. Sırf gitsinler diye cebimden beş lira çıkartıp veriyorum. “Bu yetmez” diyorlar. “Yürüyün gidin diyorum.” O sırada biri çıkardığı bıçağı sallıyor; ben refleksle çekiliyorum, sen çekilemiyorsun. Çimen yeşili yağmurluğunun bir zırh olmadığını fark ediyorum acı içerisinde. Çocuklar “Kaç lan kaç” diyerek kaçmaya başlıyorlar. Yağmur çiselemeye başlıyor. Sen bana “Sigarayı bırak.” diyorsun kıpkırmızı dudaklarının arasından. “Tamam diyorum bırakacağım.” Bırakamıyorum.
3.
Eve geliyorum. Kapıda beni gülümseyerek karşılıyorsun ama ben öfkeliyim. Neye öfkeli olduğumu biliyorum. En çok kendime öfkeliyim aslında. Öfkenin ateşini ise korku harlıyor. Evet komik ama gerçek! Senden korktuğum için, anlamandan korktuğum için öfkeliyim kendime. “Hoş geldin sevgilim diyorsun.” Hoş bulduk bile demeden geçiyorum yanından. Oysa ne suçun var ki? Tek suçlu benim. “Yemek yapmıştım işlerimi erken bitirince, hazırlayayım mı bir şeyler?” diyorsun. “Hayır” diyorum tiksinti ile. Yanlış anlama ne olur tiksintim sana değil en çok kendime diye yakarıyorum içimden. İçeriden gelen şarkıyı bir yerlerden tanıyorum diye düşünürken Özlem Tekin olduğunu fark ediyorum. ‘Çok üzgünüm istemeden seni dün gece aldattım. Kim olduğu mühim değil…’ Hayır diyorum hayır bütün aldatmalar bile ve isteyedir diyorum. Artık bu kadarı da çok fazla… “Yoksa, yoksa biliyor mu?” diye geçiriyorum içimden ‘Çok üzgünüm istemeden seni dün gece… ‘ Hayır diyorum, bugün.” Garipseyerek bakıyorsun bana “Neyin var? Ne bugün? İyi misin sen diyorsun?” Gözlerim seni ilk kez gördüğüm yeşil yağmurluğuna takılıyor. Ağlamak üzereyim. Gitmem lazım, kapıya doğru yöneliyorum. Bileğimden kavrıyorsun bileğimi çekip kurtarıyorum. Dışarıda yağmur var gözyaşlarımın üzerine üzerine yağıyor.
4.
İçeri giriyorum elimde çiçeklerle. Teoman “İstanbul’da Sonbahar” çalıyor. ‘Mevsim rüzgârları, ne zaman eserse o zaman hatırlarım, çocukluk rüyalarım’ Evet, evet diyorum bu hafta sonu beraber İstanbul’a gitmeliyiz diye geçiriyorum içimden. Hem sana da iyi gelecektir. Bir süredir içine kapanmış durumdasın, fazla konuşmuyorsun. Aslında bir doktora gitsen çok iyi olur ama tabii yine de sen bilirsin, zorlamak anlamsız çünkü. Hem bir arkadaşım da şu süreçte üzerine gelmenin sadece yarayı daha açık hale getireceğini yani faydadan çok zarar vereceğini söyledi. Ama İstanbul fikri iyi bak, hem çok seversin İstanbul’u. Beyoğlu’nda rakı içeriz; kaç zamandır diyordun. Banyonun kapısını çalıyorum, ses vermiyorsun. Sonra yerde bir ıslaklık fark ediyorum; kırmızı bir ıslaklık, dudakların kadar kırmızı. Kapıya omuz atıyorum. Omuzum ağrıyor, ağrısın diyerek ikinci kez atıyorum. Kapı kırılıyor, içeri giriyorum, yerdesin. Bembeyaz tenin artık çok daha beyaz, titriyorsun. Hemen içeri gidip telefonu alıyorum. Ambulans sesi yaklaşırken üzerine üşüme diye çimen yeşili yağmurluğunu örtüyorum. Biliyorum çok üşürsün.
5.
Gülümseyerek bakıyorsun bana. Her gün buraya gelmek zorunda değilsin diye düşünüyorum; ama sen inatla her gün geliyorsun. Kolumdaki serum tıp tıp atarken sen yanımdasın. Bana yeni duyduğun bir şarkıyı mırıldanıyorsun, “Melek Mosso, Veys Çolak diye biri ile düet yapmış” diyorsun. ‘Sen en güzel sabahları yudumlayıp içtin bana kaldı akşamları kaçan keçiler.’ Hadi iyi ol da beraber söyleyelim.” diyorsun, gülümsüyorum. Geçen gün kemoterapiye girecekken işten izin alıp sürpriz yaptın ya bana; ilacın canımı yakmasını gülümsemende boğdum. Yine çok sevdiğim çimen yeşili yağmurluğun üzerinde. “Bugün daha iyi misin?” diye soruyorsun. İkimizin de doğrusunu bildiği bir yalanı tekrarlıyorum. “Daha iyiyim.” Elin yanağımı okşuyor. İlaç kadar yakıyor dokunuşun ama beni değil senin elini. Gideceğimi biliyorsun yine de gelmeye devam ediyorsun. Geçenlerde sana “Gidecek adama hiç gelinir mi?” dediğimde ne kadar kızdığın geliyor aklıma ve aslında gidenin ben olmadığım, sadece burası yerine buraya yerleştiğimi anlattığın elimi kalbine koyarak. Bu ses ne vücudum üşüyor diye geçiyor içimden konuşamıyorum sen panik yapıyorsun. Kalkıyorsun yerinden; bir yandan ağlarken bir yandan da doktorlara sesleniyorsun; sonrası benim için karanlık.
6.
Bir yandan sana âşıkken bir yandan da en iyi arkadaşın numarası yapmak zorunda kalmak canımı çok yakıyor. Onun elinden tuttuğunu her gördüğümde içimde bir öfke dalgası harekete geçiyor. İçimden onda olup bende olmayan ne var diye bağırıyorum; dışımdan çok yakışıyorsunuz diyorum. Sırf seni kaybetmemek için nelere katlanıyorum görüyor musun? Beni yanaklarımdan öperken o dudaklarının onun dudakları üzerinde dans ettiğini bilmek o kadar canımı yakıyor ki. Seni seviyorum diye bağırıyorum içimden; kendine iyi bak diye sesleniyorum dışımdan. Yok bu böyle olmaz. Seninle yollarımı ayırma zamanı geldi diyorum bir yandan; bir yandan da sensiz bir hayat düşleyemiyorum. Bir insanın en sevdiği celladı olur mu yahu diyorum. Oluyormuş diye cevaplıyorum kendi kendimi. Hani en son bana demiştin ya “Adamlar’ın ‘Kapısı kapalı’ şarkısını sevmedi; oysa sana ilk dinlettiğimde bayılmıştın” diye sonra ikimiz aynı anda “Abi kafanda kurbağa var.” demiştik. İşte ben orada kafamda kurup kurup duvara vuran tarafım. Oysaki günü geldiğinde o gidecek ve ben kalacağım sadece. “Ben her zaman yanında olacağım, ben burada olacağım ama sen yine başkasına âşık olacaksın” diye geçiriyorum içimden. Onun elini tutmuş giderken çimen yeşili yağmurluğun rüzgârda dalgalanıyor. Önünü kapat sen kolay hasta olursun diyorum.
Dokuz on adım kadar değilmiş, sadece altı adım varmış aramızda. Gözlerimiz birbirlerini tanıyormuşçasına, daha önce karşılaşmış, sevişmiş, ayrılmış, ölmüşçesine birbirlerinden ayrılmadan yan yana geçip gittik. Ben arkaya bakmaya korktum. Belki sen baktın kim bilir. Cebimden sigara paketimi çıkardım bir de yeni aldığım çakmağımı sigaramı yakarken şarkıyı başa sardım. “Siktiret Boşver”
BİR CEVAP YAZ