16 Ocak 2021, 19:21 tarihinde eklendi
KANAT 4. BÖLÜM
Hulki, Kardeşim Be!
Hulusi abinin verdiği iki sıcacık çayı içip biraz ısındıktan sonra bunların yine ne işi var burada bakışları arasında dışarı çıktık. Hava buz gibiydi. Dün yağan kar durmuş yerine cehennem soğuğu getirmişti. Yırtık kıyafetlerimizin arasından giren boğazın soğuk havası içimizi biraz daha üşütüyordu. Nevzat, “Eee şimdi ne yapıyoruz? O çizimlerle bizi bulmaları imkansız.” dedi. Gülümsedim, “Yalnız burnunun üzerindeki beni gayet iyi çizmişler; bence seni bulurlar da bana ulaşamazlar. Tabii içeride ötmezsen.” dedim. Ötmeyeceğini adım gibi biliyordum. Bizim kardeşliğimiz aynı anadan olmanın gerekmediğinin ispatı gibiydi. Nevzat ciddiye alıp omzunu silkelediğinde kenarda hafiften buzlaşmış karı alıp kafasına çaldım. “Ya oğlum ne yapıyorsun?” derken yine de gülümsüyordu. Metruk köşkümüze doğru giderken karşıdan Hulki koşturarak bize doğru geliyordu. Hulki, sarışın, mavi gözlü sivri çeneli bir çocuktu. Genel olarak asık yüzlüydü. Az biraz makyaj yapsanız o dizilerde gördüğünüz canti çocuklardan farkı kalmazdı ama onun da kaderi bir yere kadar işe yaramıştı. Biz ıslahevinden ilk kaçtığımızda tanıştık Hulki ile; bizi ona içerideki çocuklardan biri yönlendirmişti. Sağolsun o dönem hem saklanmamıza hem de karnımızı doyurmamıza yardım etmişti. Buralarda kağıt toplayıcı çocukların koordinasyonundan sorumluydu. Bakmayın ona sorsanız İstanbul’un belediye başkanıydı adeta. Hulki bize yaklaştıkça hiç görmediğimiz bir şekilde sinirli yüz ifadesini gördüm, yüz ifadesini görünce de tadım kaçtı. Bir şey olmuştu. Sokağın köşesinde, zincir marketler nedeni ile kapanmış bir bakkalın tentesinin altına sığındık. Hulki ağzını açmadan önce her zamanki gibi cebinden uzun samsun sigarasını çıkardı. İkimize doğru tuttu; ben aldım bir tane, Nevzat istemedi. Nevzat zaten sigara içmezdi. Hulki sigaradan derin bir nefes çekip sağ omzundan aşağı doğru üfledi. Sağ omzunda bir melek olsa öksürük krizine girerdi. Sigaramı yaktım. “Hayırdır?” diye sorduğumda Hulki hiç lafı gevelemeden “Siz mi yaptınız?” diye sordu. Nevzat, “Ne? Neyi?” diye kekeledi. O anda Nevzat ile yalan konusunda ciddi bir konuşma yapmaya karar verdim. Çocuk yalan söylemeyi hiç beceremiyordu. Hulki, “Adamı lan, adamı siz mi öldürdünüz?” Bir an aklımda robot resimlerimiz belirdi. Benziyor muydu acaba bize ,kendimizi rahatlatmak için mi benzemiyor diye düşünmüştük. Hiç nefes almadan, “Ne alaka lan?” diye sordum. Hulki beni süzdü. Sigarasından bir fırt daha aldı. “İki adam sizi bizim Selim’e sormuşlar. Üstünüzdeki kıyafetlere kadar biliyor adamlar. Selim bir şey söylememiş, bilirsiniz güvenilir çocuktur. Ama fena benzetmişler.” Bir iki öksürdü ve tekrar sordu, “Siz mi yaptınız? Bak siz yaptıysanız söyleyin ona göre davranalım biz de.” Sigaradan bir fırt alırken bu “Ona göre davranalım biz de” cümlesinin ne anlama geldiğini düşündüm. Muhtemelen “Siz yaptıysanız sizi adamlara verelim başımız belaya girmesin.” anlamı taşıyordu. Sigaranın dibini yere atıp topuğumla ezdim. “Biz değildik, muhtemelen bizden sonra birileri öldürmüş. İhale de bize kaldı. Hem adamı vurmuşlar oğlum. Tutmuşlar kafasına sıkmışlar. Selim’e soran adamlar sivil olmasın?” Hulki paketten yeni bir sigara çıkardı. “Yok sivilleri tanırız bu bölgedeki.” dedi ve sigarasını yaktı. Nevzat’a bir baktım yine ağlayacak gibiydi. “Hulki bize karşıda araba bulabilir misin?” diye sordum. Hulki yine bir fırt çekti. Cep telefonu çıkardı. “Alo Nihat sizde fazladan iki araba var değil mi? Hah ben iki arkadaşı yollayacağım. Aynen ismi Kanat, gelince teslim edersin. Bir iki gün sizin yanınızda kalsınlar. He… verirler parayı sana. Yalnız yüzde yirmisi benim, ona göre.” Hulki telefonu kapattı. “Kadıköy’e gidin, Boğa’nın orada Nihat var hangi çocuğa sorsanız gösterir. Nihat size iki araba ayarlayacak.”
Martı Çığlıkları Eşliğinde
Vapura bindiğimizde Nevzat ikimize çay almak için yanımdan ayrıldı. Ben de bundan istifade cebimden not defterimi çıkardım. Etraftaki insanları izleyerek bir yandan not almaya başladım. Notlarım aslında bu yazdıklarımı ortaya çıkarmak için bir köprü görevi gördüler ve bu sayede bir duvarı aşarak sizinle konuşabiliyorum sevgili okuyucu. Her insanın aslında kendine has bir özelliği var; bazılarının güzel, bazılarının çirkin ama bu çok önemli değil, bir özellik işte. Martı sesleri ve vapurun gürültüsü ile dikkatim dağıldı. Tekrar not defterimi cebime koydum. “Vay Şaiiir şiir mi yazıyon yine?” Nevzat sırıtan bir ifade ile tepemden bana bakıyordu. “Siktir lan!” dedim. Gülmeye başladık. Sanırım birbirine küfür edip gülmeyi başaran ender toplumlardan olabiliriz. Çoğumuzun yaşamı küfür gibi olduğundan olabilir. Nevzat’ın getirdiği çayı elime aldığımda ne kadar üşüdüğümü farkettim. Kağıt çay bardağını iki elimle tuttum. “Kağıt toplamaya geri mi dönüyoruz?” Nevzat çay bardağını burnuna kadar götürmüş nefesi ile burnunu ısıtıyordu soruyu sorduğunda. “Aynen, bu ülkede herkesin farkında olup, kimsenin umursamadığı insanlar kağıt toplayıcılar biliyorsun. Kimse kim olduğumuza dikkat etmeyecek. Onların gözünde biz çöp konteynırlarının bir aksesuarıyız sadece. Çöp konteynırlarına zarar versen devlet malına zarar vermekten içeri alınırsın ama kağıt toplayan bir insana zarar versen kimse umursamaz.” Nevzat çaydan bir yudum aldı, “Abi inişte üzerimize Kadıköy Belediyesi mi yazdırsak?” Nevzat her zaman değil ama bazen böyle ince espriler yapardı. Gülümsedim, “Yazdıralım da ne kadar kedi varsa üstümüze pislesin.” Dedim. İkimizin kahkahalarına martıların çığlıkları eşlik etti.
Bir gün gelecek martıların kahkahalarına bizim çığlıklarımız eşlik edecekti.
BİR CEVAP YAZ