KANAT 1. BÖLÜM
Metruk Binaya Maraton
12 Aralık 2018 lapa lapa kar yağan bir İstanbul günüydü. Nevzat ile Taksim’de yürüyorduk. O sırada fark ettim dalgın dalgın hızlı adımlarla yürüyen adamı. Nevzat’a işaret ettim, Nevzat ara sokaklardan birine daldı. Nevzat’ın tam olarak hangi ara sokaktan çıkacağını biliyordum. Bunu belki on kez yapmıştık daha önce; ben de adımlarımı hızlandırdım. Bu sırada da adamı gözlüyorum. Adam gayet janti giyinmişti. Orta yaşlı, sakallı ve gözlüklü bir adamdı. Kafasını öne eğerek yürüdüğü için yüzünü tam olarak görememiştim. Adamın dalgın oluşu ve düz tabanlı ayakkabıları şimdi oynayacağımız oyun için idealdi. Adam ara ara ceketinin cebini yokluyordu. “Tamam” dedim yan kesicilerden saklamaya değecek şeyi ceketinin o cebinde taşıyor. Nevzat’ın çıkacağı yere yakın en doğru pozisyonu aldım. Adamın arkasında biraz soldaydım. Adamın telefonu çaldı, adam bir anlığına durdu. “Tamam efendim getiriyorum. Merak etmeyin, aynı sözleştiğimiz gibi.” dedi. Aslında bunu o zaman bir uyarı olarak alsaydım ve yaklaşık bir dakika sonra yaptığım şeyi yapmasaydım başıma onca şey gelmeyecekti. Başıma onca şey gelmediği için belki şu an size bunu anlatamıyor olacaktım. Eğer yaklaşık otuz saniye sonra yaptığım şeyi yapmasaydım belki beni bir gazetenin üçüncü sayfasında metruk bir binada bulunmuş bir ceset olarak görecek ve çoğunuz umursamayacaktınız bile; ama şimdi bu yazdığım satırları okuyorsunuz. Nevzat tam da konuştuğumuz gibi Balo Sokak’dan inanılmaz bir hızla fırlayarak adama omuz attı. Adamın düz taban ayakkabıları karla kayganlaşmış zeminde kayarak bana doğru sendelemesini sağladı; ben kollarımı adamın kollarının içerisine sokarak düşüşünü yavaşlattım. “Aman dikkat bey amca” demeyi de eksik etmedim. Adamın yavaşça yere düşmesi ile ben ceketinin cebinde o koruya koruya yürüdüğü şeyi çekerek bir anda Balo Sokak’a doğru fırladım. Adam ondan hiç beklenmeyecek bir hızla toparlanarak peşime düştü. Bir yandan da arkamdan “Dur, dur lan. Tutun şu piçi” diye bağırıyordu. Adama karşı en büyük avantajım buradaki her sokakta en az bir gece uyumuş olmamdı. Halas Sokak’dan tekrar İstiklal’e oradan da Saint Antuan’a doğru koştum. Adam ondan hiç beklemediğim bir hızla beni takip etmeye devam ediyordu. Adam da bölgeyi en az benim kadar iyi biliyordu. Bir kaç kişi beni durdurmaya çalışsalar da ellerinden sıyrılmayı başardım. Zayıflığım burada işe yarıyordu. Nevzat’la buluşacağımız metruk binaya doğru koşmaya devam ettim. Oraya kadar izimi kaybettirmezsem bile Nevzat’la beraber adamı paketlerdik en azından. Metruk binayı gördüğümde hemen ona doğru yöneldim. Adamın adımlarını hala arkamda duyuyordum. Cebimi yokladım, küçük çakım oradaydı. Binanın tam girişinde durdum. Adama dönüp çakımı gösterip geri bas dedim. Adam bir an neye uğradığını şaşırmış bir şekilde durdu. Yüzünü şimdi net bir şekilde görebiliyordum. Bıçağı onu korkutacağını umarak çektim, tabii bir de dikkatini üstüme çekmek için. Adam yalvarır bir ses tonuyla “Bak evlat o cüzdanı geri ver bana hatta cüzdan kalsın içerisinde bir anaht…” Tam zamanında Nevzat sopayı adamın ensesine indirmişti bile. Birlikte yokuş aşağı koşmaya başladık. Şimdi düşünüyorum da o sırada o adama anahtarı verseydim şimdi bir çok şey çözülmüş olacaktı. Bir çok insan da şimdi yaşıyor olacaktı. Nevzat gülerek “Kanat inşallah buna değmiştir.” dedi. “Valla ben öyle tazı gibi koşacağını hiç düşünmedim moruğun. Adamın hakkını vermek lazım.” O gün bir insan hayatı için koşuyorsa o insandan daha hızlı kimsenin koşamayacağını öğrendim. Yolda bir hırdavatçıya uğrayıp bali aldık. Kendi metruk binamızın güvenli odalarına doğru ilerledik. Cüzdanın içerisinden bizi bir kaç gün idare edecek para ve bir anahtar çıkmıştı. Kredi kartlarını kaldığımız yere en uzak çöp kutusunun içerisine attık. Anahtarın ne olduğunu bilmiyordum ama atmak da istemedim, bugünün hatırası olarak taşıyacaktım. Kanat şeklinde kolyemin zincirine takıverdim. Sonrası tutkalın ağır kokusu ile boşluk bende.
Kanat
“Anne bana neden bu ismi koydun?”. Küçükken annemin hüzünle dolmuş gözlerine bakarak sordum bu soruyu. Annem ile yaşadığımız derme çatma gecekondu belki de benim en güzel anılarımın geçtiği yerdi. Kahverengi soba cayır cayır yanıyordu. Sobanın üzerindeki mandalina kabukları mis gibi kokuyordu. O küçük soba deliğinden çıkan titrek aydınlığın üstüne annem gölgelerden şekiller yaparken tam o sırada annem, “Benim adım Kumru ya boncuk gözlüm, aha benim kanatlarımı kırdılar uçamadım. Sana bu ismi verdim uçmak için ihtiyaç olan şey sen ol deyi.” Şimdi ellerinin gölgesi ile bir köpek şekli çıkartmıştı “Hav hav” dedi. Güldüm; çocuk masumiyetimle güldüm. O gece uykumda o gölgeden köpekle oynuyordum. O küçük gölgeden köpeğe bir de isim vermiştim; Kont’tu ismi. Rüyamda o kadar gerçekti ki Kont. Kapımız kırılarak açıldığında bizi koruyacak sanmıştım, korumadı. Yine de kızamadım Kont’a; Kont babamın yanında minik sevimli bir köpekti neticede. Hala ara ara kabuslarımda görürüm o geceyi. Kapının kırılması, dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ve duvarda hayatımda gördüğüm en korkunç gölge. Annemin attığı o acı çığlık, elini bana son kez uzatışı ve acı ile parlayan göz yaşları. Hayatımda ilk kurşun sesini o gece duydum. Ne kadar korkunç olduğunu hatırlıyorum. Gökyüzünde çakan şimşekleri bir demir parçasının içerisine doldurmuş ve annemin üzerine yağdırmıştı babam o gece. Babamın beni battaniyeye sarıp evden dışarı çıkartışını hatırlıyorum. Yüzüme yağan yağmur damlalarını tek tek saydım o gece. O gece annem öldü. Babam beni yanına aldı ve o geceden sonra Kont uzun bir süre geri gelmedi. O gece annemin kanatlarını kıran adam bana uçmayacaksın dedi. Nevzat beni dürterek uyandırdığımda bu hiç kopamadığım kabusu sırf annemi tekrar görebilmek için memnun bir şekilde görüyordum. “Kanat kalk oğlum, adam ölmüş.”
BİR CEVAP YAZ
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *
Çok beğendim tebrikler diğer bölumleri bugun bitireceğim kaleminize sağlık