01 Ocak 2021, 20:52 tarihinde eklendi

Google'dan Aliye Berger'e Doodle

Google'dan Aliye Berger'e Doodle
Google, gravür sanatçısı ve ressam Aliye Berger'in 117. doğum gününü 24 Aralık'ta özel logo ile kutladı. Bizler de kısa bir biyografinin ardından ''ZEYNEP ORAL'ın 18 Mayıs 1980 yazdığı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedik. 
Google, ana sayfası aracılığıyla internette arama yapmak isteyenleri Aliye Berger için hazırlanan "doodle" ile karşıladı. Sayfada Aliye Berger'i tabloları önünde resmeden bir doodle kullanan Google, linke tıklayanlara da ünlü ressam hakkında bilgilerin verildiği sayfalara link sağladı.
Türkiye'nin ilk gravür sanatçılarından Aliye Berger, 24 Aralık 1903'te İstanbul Büyükada'da doğdu. "Halikarnas Balıkçısı" olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın kız kardeşi olan Berger, 1954 yılında Yapı Kredi Bankasının düzenlediği resim yarışmasında birinci seçilerek adını duyurdu. Yaşamı boyunca dünyanın çeşitli kentlerinde 12 özel, 48 karma sergiye katılan sanatçı, 9 Ağustos 1974'te Büyükada'da hayatını kaybetti.

Ne Müthiş Değil mi?
 

 Aliye“ Bir Aliye Berger vardı”  diye başlamak gelmiyor  insanın  içinden.  Çünkü,  Aliye Berger hep var... Ne zaman  Aliye  Berger  üzerine  bir şeyler yazacak olsam,  hep bu satır­larla  başlayacağıma   inanıyorum: Aliye  Berger  neden  mi  hep  var:  Yalnız geriye  bıraktığı  sayısız  tablo,  birbirinden değerli  gravür  nedeniyle  değil.  Yaşama ilişkin her  şeyde  sevince  benzer  ne varsa, orda Aliye Berger’den de bir parça var da ondan... Altı yıl önce yitirdiğimiz Aliye Berger’in yaşamı, yaşamayı sevince,  sevinci sevgiye ve aşka dönüştüren eserleri şu giinlerde Tünel’deki Bedri Rahmi Galerisi’nde sergileni­yor,“ Hayatta  ne  seversem  onun  resmini yapıyorum”  derdi.  (Hayatta sevmediği bir şey  var  mıydı?)  insanları  sevdi,  onlan resimledi!  Karadeniz  oyuncularım,  horon tepenleri,  davulcuları,  simitçileri,  yoğurt­çuları,  süngercileri...  Doğayı  sevdi  onlan resimledi:  Lüferi,  leylekleri,  suları,  gündönüştürmenin gizi...ışığım... İnsan yapışım sevdi,  onu resimle­di:  Karanlıkta  göz  kırpan  gecekonduları, köprüleri. Bolu Pazarı’m...Ama Aliye  Berger  en  çok,  en  çok  Cari Berger’i,  destansı  aşkının  kahramanı  Ma­car asıllı müzisyeni sevdi.  Berger 23  yıl  süren  bu  aşkın  sonunda.  Cari Berger ile Aliye evlendiler. Ve evlendikten altı ay sonra Cari Berger,  Büyükada  tske- lesi’nde  bir  kalp  krizi  sonucu  öldü.  Yıl 1947’ydi.  

 Çok  sevdi,  uzun  sevdi  Cari Berger’i,  Aliye  Berger.  Ve  en  çok  onu resimledi:  işte Berger’in kemam,  Berger’in eli,  uçuşan  bir  tülün  gerisindeki  Berger, camın ardındaki  Berger,  uzaktaki  Berger, yambaşındaki Berger... Ve Büyükada’daki “ aşk yuva” sı... Bu gravürler arasında Ber­ger’in dizleri dibinde  kıvrılıvermiş  minicik bir  kız  çocuğuna  rastlıyoruz:  Kendisi. Nedendir,  niçindir  bilinmez,  bilenemez, kendini  hep  küçük  bir  kız  çocuğu  gibi çizmiş.  Aliye  Berger.  Her  şeye  coşkuyla sarılan,  merakını,  şaşma  yeteneğini  hiç yitirmeyen,  yaşama  aç,  dünyaların  en güzelini yaratmaya hazır,  coşku  ve  sevinç dolu bir çocuk  gibi...  Ne  zaman  seçti  hep “ çocuk”  kalmayı, sonuna dek “ çocukluğu” oynamayı.  (Ne  kadarı  oyun,  ne  kadarı gerçek, ne kadarı düş,  o da bilinemez ya...) Aralarında  büyük  yaş  farkı  olan  Berger’i yitirdiği anı mı? Bilemiyoruz. Bildiğimiz, o andan  sonra  kendini  dolu  dizgin  yeniden resme vermesi ve gravüre başlaması...

''NE MÜTHİŞ DEĞİL Mİ? Aliye Berger’in gravürlerini,  resimlerim, Bedri Rahmi Galerisi’nde görebilirsiniz.  O- rada göremeyeceğiniz,  sanatçının kişiliğine ilişkin birkaç anıya ne dersiniz?“

  Gördüğüm  ilk  tablo  nedir  bilir  misin? (Hep ama,  hep kendine ya  da  başkalarına soru sorup, öyle konuşunla  Aliye Berger.) Bizim  konağın  tavan  arasında  birader beyin (Cevat Şakir'in) yaptığı çıplak kadın tabloları.  Belki de beni resme ilk bağlayan şey,  tavan  arasının  o  esrarengin  havası, çıplak kadınların gizlilik duygusu oldu...”“

Eteklerinizin  ucuna,  ama  içerden  ku­maştan  kelebekler  dikermişsiniz,  doğru mu?”  diye  sorduğumda  “ evet”  demişti. “ Ama iç  kısma dikilince,  görünmez  ki...”

Yanıt:  “ Olsun,  yürüdükçe,  eteklerim  sal­landıkça  kelebeklerin  öpüştüklerini  ben biliyorum ya...”“

Londra’da resim atölyesinde çalışmaya başlayınca,  bu  işten  neden  hiç  hoşlan­madım,  bil  bakalım?...”  önüme  çıplak modelleri koyup, çiz diyorlardı.  Berger’den başka hiçbir çıplağa bakmamaya kararlıydın oysa.  Hem  baksam  bile,  sonuçta  resim, model’e değil Berger’e benziyordu...”“ Ne müthiş değil mi?” ...  Ondan  en  çok duyduğum  söz  buydu.  “ Ne“ müthiş”değil mi?” diye diye, insanları, doğayı, çevresini, olayları,  kısaca  yaşamı  “ müthiş”  kıldı. Yaşamının  son  dönemlerindeydi,  onu hastaneye götürecektim. Tam evden çıkar­ken  “ şeker  pembe” si  bir  eşarp  almamı istedi. “ Şeker pembe” sini tam kestiremediğimden, bir sürü renk aldım...  Ertesi sabah hastaneye  gittiğimde,  “ Hayatta  her  şeyi renkli  gören” ,  “ renksiz  yaşamaya  daya­namayan”  Aliye  Berger’in,  bunları  odası­nın  her  bir  yanına  bağlayıp,  bembeyaz hastane   odasını   bir   renk   cümbüşüne çevirdiğini  gördüm.  Tıpkı  yaşamı  renk cümbüşüne dönüştüğü gibi...

18 MAYIS 1980/PAZAR

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *