23 Eylül 2020, 23:29 tarihinde eklendi
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Gününde; Hıfzı Topuz'un Nadir Nadi Söyleşisi
3 Mayıs Basın Özgürlüğü Gününde iki Duayen Gazeteci, Yazar Hıfzı Topuz’un Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu Yunus Nadi Abalıoğlu’nun Oğlu Türk Gazetci Yazar Nadir Nadi Abalıoğlu ile Söyleşisini Sizlerle Paylaşmak istedik.
Topuz — Sayın seyirciler bu akşamki konuğumuz
Nadir Nadi. Nadir Nadiyi hepinizin tanıdığını sanıyorum. Yine de kendisi hakkında birkaç söz söylemek isliyorum. Nadir Nadi 1908’de doğdu. Galatasaray Lisesini bitirdi. Viyana’da Siyasal Bilgiler tahsil etti. Sonra yurda döndü ve İstanbul’un ünlü bir gazetesinde görev alıp çalışmaya başladı.
Atatürk çizgisi içindeki devrim hareketlerinin gelişmesi bakımından çok yararlı oluyordu. Çok partili hayata geçtiğimiz zaman Atatürk çizgisinde kalan basın maalesef azınlığa düştü.
Daha çok geniş halk kitlelerini kazanmak amaciyle bir sağ basın gelişti memlekette.
Görüyorsunuz, bu hâlâ devam ediyor.
Ama bence devrim çizgisinde olan basının tutumu her bakımdan daha başarılıdır.
Sayın Nadir Nadi sizin bu dönemlere ait ilginç anılarınız olsa gerek. Bunlardan biraz söz eder misiniz?
Nadi — Gazeteci oğlu olarak mesleğe başladığım için anılarım pek çok. Bununla beraber bir iki tanesini anlatayım. Bir tanesi ben henüz lise talebesi iken Atatürk’e karşı yapılan suikastten sanık olarak aranan Kara Kemal yakalanmış ve intihar etmişti. Bu oly olduğu sıralarda akşam gazetelerinde olduğu gibi yayınlandı. Biliyorsunuz bizim gazete sabahları çıkardı. Akşam gazetelerinde yayınlanan bu haberi ertesi günü bizim gazete atlamış bulundu. Bütün sabah gazeteleri Kara Kemal’in yakalanışına, intiharına dair haberlerle manşet halinde dolu olduğu halde bizim gazetede tek kelime çıkmadı. Adeta kasten yapılmış bir hareket gibi karşılanabilirdi. Fakat meslek hayatında rast geldiğim bizim gazete bakımından en üzücü olaylardan biri budur.
Topuz — Sayın hocam, önce şunu belirteyim. Size «Hocam» diyorum. Gerçekten siz bizim hocamızdımz. Bundan 33 yıl önce Galatasaray’da bize Sosyoloji dersi veriyordunuz. Sizin bir de Viyana’daki gazetecilik döneminize ilişkin ilginç bir anınız vardı. Onu anlatır mısınız?
Nadi — Viyana’da, bir yandan okurken, öte yandan da gazetenin muhabirliğini yapıyordum. O sıralarda Naziler çok şiddet hareketlerine girişiyorlardı. Bu şiddet hareketlerinin sonuncusu olarak o zamanki Başbakanı öldürdüler.
Topuz — Dollfuss’tü galiba.
Nadi — Evet, Dollfuss’tu. Bunun üzerine bütün Avusturya’da derhal sıkıyönetim ilân edildi. Dış haberleşme olanakları tamamen ortadan kaldırıldı. Ben de, meslek aşkı ile bu haberi illâ ki gazeteme ulaştırmak istiyordum. Ne yapabilirdim ki. Düşündüm, trene atlayım dedim, en yakın Macar hududuna gideyim, oradan bir telgraf çekeyim, dedim ve öyle yaptım. Trene bindim Macar hududunda ilk Macar kasabasında indim ve postahaneye koşarak yıldırım telgrafı ile olayı çok kısa 3-5 satırlık bir telle gazeteye ulaştırdım ve büyük bir memnuniyetle, sanki bütün dünya basınını atlatmışım
gibi, tekrar Viyana’ya döndüm. Yorulmuştum. Sabaha karşı Viyana’ya geldik. Bekliyorum. O zamanki ulaşım vasıtaları biliyorsunuz pek seyrek işlerdi. Mektuplar, gazeteler trenle gelirdi. Heyecanla bekliyorum. İki gün sonra gazete geldi. Bir de ne göreyim, bütün dünya ajanslarının verdiği haberleri bizim gazete almış, onu ona, onu ona eklemiş, manşet halinde Dolfus’un öldürüldüğünü yazmış, altına da benim imzamı atmış. Bu benim yazdığım bir haber imzamla çıkmış olduğuna tanık olan ilk ve son haberdir.
Topuz — Hocam siz Atatürk’ü tanımış mutlu insanlardan birisiniz. Hatırlıyorum. Atatürk’e ilişkin bir anınız vardı. Tekrarlar mısınız acaba?
Nadi — Atatürk’ü yaşıma rağmen ancak üç defa görebildim hayatımda. Üç defa yaklaşabildim kendisine. Uzaktan çok görürdük, ama üç defa yaklaşabildim. Bence enteresan olan bu son defa yaklaşmamdır. Atatürk 1927 yılında zannediyorum, İstanbul’a gelmişti. Biz adada oturuyorduk. Yat kulübünde bir balo veriliyordu. Atatürk geç vakit bu baloyu şereflendirdi. Her zaman olduğu gibi Yat kulübünün taraçasmda bir masada oturdu. Babam da yanındaydı. Ben de sosyete hayatına ilk karışan bir genç olarak oralarda dolaşıyordum. Atatürk bir aralık benden bahsetmiş. Babam da «Nadir» diyerek beni çağırdı. Çok sıkılarak yaklaştım masaya. Atatürk bana baktı, ''Ben seni, dedi, bir defa daha görmüştüm.'' Hayretler içinde kaldım. Gerçekten o tarihten belki sekiz yıl önce 30 Ağustos Zaferinden birkaç ay evvel Atatürk Ankara’da beni bir gün at yarışları vesilesi ile görmüştü. O yarışlarda Atatürk hakem kulesinde oturuyordu.
Topuz — Siz 10-12 yaşlarında bir çocuktunuz her halde.
Nadi — 10-12 yaşlarında ancak vardım. Babam beni Atatürk’ün yanına çıkardı. Başka mebus çocukları da vardı civarda. Atatürk benimle biraz ilgilendi, çenemi okşadı. Geldi geçti bu. Atatürk bu olayı hatırlamış oluyor, 8 sene sonra. Bu bende çok büyük bir etki bıraktı. Ben romantik bir delikanlı idim o çağlarda. O zaman Atatürk’ün yanında bulunanlar benim müzisyen olmak istediğimi söylediler.
Topuz — - Keman çalıyordunuz galiba.
Nadi — Keman çalıyordum. Müzisyen olmak istediğimden bahsettiler. Atatürk gerçekten sanattan çok anlayan bir adam hissi bıraktı bende. ''Kemanın çok güç bir sanat olduğunu söyledi ve bunda başarı kazanmak için çok erken başlamak gerektiğini, küçük yaşlarda başlamak gerektiğini, benim ise bu yaşı aştığımı, binaenaleyh kemandan vazgeçip mütefekkir olmaya gayret etmemi salık verdi bana...
Topuz — Hocam siz 1930’larda gazeteciliğe başladınız. O zamanlar yazı yazmaya başladınız. O zamandan beri önemli değişiklikler oldu Türk basınında. 1930’ların basını ile bugünün basını arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz kısaca?
Nadi — Şüphesiz 1930’ların basını bir devrim basını idi. Ve devrimin disiplini vardı. Bu devrim disiplini fikir özgürlüğünü oldukça kısıtlamakla beraber Atatürk çizgisi içindeki devrim hareketlerinin gelişmesi bakımından çok yararlı oluyordu. Çok partili hayata geçtiğimiz zaman Atatürk çizgisinde kalan basın maalesef azınlığa düştü. Daha çok geniş halk kitlelerini kazanmak amaciyle bir sağ basın gelişti memlekette. Görüyorsunuz, bu hâlâ devam ediyor. Ama bence devrim çizgisinde olan basının tutumu her bakımdan daha başarılıdır.
Topuz — Yani, basında önemli bir gelişme oldu değil mi o yıllardan bu yana?
Nadi — Şüphesiz oldu. Özellikle teknik açıdan çok büyük gelişme oldu. Batıda bile az bulunan teknik olanaklar şimdi bizim basınımızın büyük bir kısmında görülüyor.
Topuz — Baskı bakımından da öyle galiba, değil mi?
Nadi — Baskı bakımından muazzam şekilde arttı. Baskı araçları bakımından.
Topuz — Basın özgürlüğü bakımından da galiba öyle oldu, değil mi? Bugünkü basın özgürlüğü ile o yılların özgürlüğü arasında karşılaştırma yapabilir misiniz? Siz 1930’dan bu yana başka dönemler de yaşadınız. Basın özgürlüğünün çok kısıtlandığı dönemleri geçirdiniz. Bu dönemlere ait bazı anılarınız var mı?
Nadi — Basın özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar bildiğiniz gibi maalesef hâlâ yürürlükte. O zaman buna inzimamen sıkı yönetim koşulları da yürürlükte bulunurdu ve gazeteyi bir telefonla kapatmak imkânları vardı. Bugün bu imkânlardan kurtulmuş bulunuyoruz. Bununla beraber hâlâ fikir özgürlüğünü kısıtlayan kanunların yürürlükte olduğunu siz de biliyorsunuz.
Topuz — Sizin yönettiğiniz gazete de zaman zaman kapatıldı.
Nadi — Bir kaç defa kapatıldı, evet.
Topuz — Hem de uzun süre kapalı kaldı.
Nadi — II. Cihan Harbi snasmda 3 ay kadar süren bir kapanma cezasına çarpıldık.
Topuz — Eskiden, 1950’lerde, hatta 1945’den sonraki yıllarda bazı başbakanların çevresinde müesseseleşen bir başyazarlar toplantısı vardı. Hatırlıyorum, o zamanlar Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Ali Naci Karacan, Hüseyin Cahit Yalçın, Necmettin Sadak. Siz de bu toplantılara katılırdınız. Onlardan galiba bir tek siz kaldınız. Öbürlerini kaybettik maalesef. O toplantılara ait bazı anılarınız var mı acaba?
Nadi — Bir tanesini anlatayım. O sırada başbakan
lar ara sıra yalnız başyazarlara mahsus olmak üzere, görüşlerini, hükümetin görüşlerini anlatmak üzere toplantılar yaparlardı. II. Cihan Harbi’nin sonlarına doğru Saraçoğlu Ankara’da o zamanki Anadolu Kulübü’nün son katında bir basın toplantısı yaptı. Orada hepimiz bulunduk. Demin söylediğiniz gibi. Hüseyin Cahit Bey, Necmettin Sadak Bey, Asım Us Bey vesaire, hepimiz oradaydık. Saraçoğlu Şükrü Bey memleketin durumunun çok iyi olduğunu, şu kadar milyon dövizi bulunduğunu, bu kadar milyon ton hububatımız bulunduğunu v.s. söyledi ve harp bittikten sonra bunlarla memleketin kalkınmasına girişeceğini bize belirtti. Biz de sevinç içerisinde dışarı çıktık. Fakat harp bittikten sonra bildiğiniz gibi çok partili hayata geçildi. Ama altınlar ne oldu, hububat ne oldu? Hiç birimiz farkına varamadık.
Topuz — Hocam, sizin sıkı yönetim dönemlerine ilişkin ilginç anılarınız da vardı.
Nadi — Onlardan da bir tanesini anlatayım. Yine II. Cihan Harbinin ortalarında, belki başlarında, sıkı yönetim bütün şiddeti ile hüküm ferma idi. Bir gün bizim gazetede ve Vatan gazetesi’nde İzmit’ten verilen bir haber çıktı. Bu habeç sıkı yönetimi sinirlendirmiş. O zamanki komutan Sayın Nurettin Artunkal, rahmetli Artunkal bizim ikimizi de çağırdı. Sıkı yönetim komutanlığına gittik. Bizi kabul etti. Sert bir çehre ile ''Nedir bu haber?'' dedi. Biz haberi okumamıştık bile. Son derece önemsiz 4-5 satırlık bir haberdi bu. ''Efendim dedik işte haber. Bunu radyo da vermiş. Biz de koymuşuz.'' ''Ben radyo madyo bilmem, dedi. Ajans var ya ajans o ne verirse onu koyacaksınız!.'' Böyle, olur olmaz, birşey söyledi. Daha doğrusu ''Ajans''ı «Ajan»la karıştırdı yani. Biz ajan demişiz gibi bize cevap verdi ki Oysa son derece önemsiz bir haberdi bu. ''Bir daha böyle şey görürsem gazetelerinizi kapatırım ha'' dedi.
Topuz — Çoktandır bu tür müdahalelere rastlamıyoruz.
Nadi — Çok şükür, çoktandır rastlamıyoruz.
Topuz — Hocam çok teşekkür ederim. Meslek hayatınızda size hep başarılar dilerim.
Nadi — Ben de teşekkür ederim.
BİR CEVAP YAZ