19 Ocak 2021, 22:45 tarihinde eklendi

KANAT 5. BÖLÜM

KANAT 5. BÖLÜM
OTOBİYOGRAFİ DENEN ŞEY
 
Sevgili okuyucu size hiç kendimden bahsetmediğimi fark ettim. Yani bahsettim de sizin aklınızda bana dair bir resim oluşturacak kadar bir şey anlatmadım aslında. Bir bakıma bu benim hatam; hayatta hep horlanan insanlar kendileri hakkında anlatacak pek bir şey bulamazlar. Ben de kendi hayatımdan iki noktada bilgi vermeye karar verdim; birincisi hayatta beni hiç hor görmemiş annemin gözünden bir de hayatta en çok hor görüldüğüm ıslahevine düşme sebebim üzerinden. Belki ortasını da kafanızda siz tutturursunuz. 
 
Adımı artık biliyorsunuz; Kanat. Bunu bana annem vermiş; bunun nedeni aslında babamın ben doğmadan hemen önce hapse düşmesiydi. Bu düşüş hiç öyle kaderle bağlantılı falan değil; bu arada adam bildiğiniz haberlerde söylenen suç makinelerinden biriydi. Adam şiddet kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi. Babam hapisteyken annem koymuş bana bu ismi, babam olsaydı bunu da elinden alacaktı muhtemelen ama kader bir defa gülmüş kadıncağızın yüzüne ve en azından kendi oğluna isim verebilmiş ölmeden önce.
 
Annem bana ya ismimle ya da boncuk gözlüm diye hitap ederdi. Boncuk gözlüm demesi bir yerde kendi gözlerine de övgüydü aslında; kendi ela gözlerini bana da vermişti. Annemin gözleri güneşte nasıl yeşil yeşil parlardı inanamazsınız. En yeşil gözlüyüm diyen insanın gözlerinde öyle bir yeşile boğulamazdınız. Saçlarım ise kuzgun kadar karaydı. Bunları ise babamdan almışım annemin kumral saçlarının yanında benim saçlarım keçe gibi kalırdı. Annem eve geldiğinde başörtüsünü çıkartır, bazen saçlarını taramama izin verirdi; o kadar yumuşak olurdu ki saçları. Hep zayıf bir çocuktum; bunun nedeni küçülüğümden beri yemek yemeyi sadece zaruri bir ihtiyaç olarak görmemdi muhtemelen. Annem hiç okula verilmemiş, daha on dört yaşındayken de evlendirilmişti. O nedenle benim okumamı çok istiyordu. Hatta okumayı öğrendiğim gün ona ilk defa bir şeyler okuduğum zaman çok mutlu olmuştu. İlkokul beşe kadar okuyabildim. Bunun da ilk üçünü annemin göndermesi ile kendi mahallemizin ilkokulunda - babamın da bizi bulabilmesinin sebebi bu olmuş sonradan öğrendim- diğer bölümününü de ıslahevinde dışarıdan okudum. Sonrasında da şu hayat okulu safsatasına kanıp okumamaya karar verdim.  Şimdi ise lise mezuniyetimi dışarıdan da olsa aldım. Öğretmenlerim içerisinde benim için en önemli olan insan annemin beni yazdırdığı  ilkokuldaki Füsun Hocam olmuştu. Füsun hocam, bugün hala kullandığım ve gördüğüm insanların değişik yanlarını not ettiğim defteri almıştı bana; okumayı ilk çözen çocuk olmamın hediyesi olarak. Diğerlerine ise kırmızı kurdele takmakla yetinmişti. Üçüncü sınıfta bir keresinde kompozisyon ödevi vermişti. Annemi anlattığım kompozisyonu okuduğunda Füsun hocanın gözlerinin ıslandığını hatırlıyorum. Bana “Kanat, betimlemelerin çok güzel. Bir gün senden iyi bir yazar olacak.” dediğinde benim aklımdan geçen şu olmuştu: “Betimleme ne demekti ki?”
 
Babam bizi soruştururken aklına benim ilkokul çağında olduğum gelmiş. Okullardan soruşturmaya başlamış sonra bir hademe akıl vermiş anlattığına göre. Milli eğitimde çalışan bir köylüsüne sormuş, o köylüsü kayıtlardan bakmış ve benim ilkokulumu bulmuş. Annemi öldürdüğü, beni kaçırdığı gecenin sabahında ilkokulun önüne gelmiş hiç ses etmeden beni beklemiş. Benim çıktığımı görünce takip edip eve kadar ulaşmış sonrası zaten malum. 
 
Babamın yanında tam üç yıl kaldım. Annemin ölümünden sonra her günüm kötüydü ama o üç yıl en kötüleriydi. Annemi öldürdüğü için babamla kaçak hayatı yaşıyorduk bir kere. Bu dönemden çok fazla bahsetmek istemiyorum. Belki bir gün bu dönem ile ilgili cümlelerimi toparlayabilirsem bahsederim. Sadece herkesin aklında olan soruyu cevaplamak istiyorum; “Kanat ıslahevine neden düştü?” Babamı öldürdüğüm için düştüm. O çok korktuğum yatağımın altında saklanmayı bırakarak kanlı canlı hayatıma girmiş olan o canavarı öldürdüğüm, kendi düşünceme göre annemin intikamını aldığım için düştüm. Adamın ilk boşluğundan yararlanıp hep başucunda tuttuğu, annemi öldürdüğü tabancasını alarak annemin üzerine boşalttığı mermilerin hepsini kendi üzerine boşattığım için, o gece kendi canavarımı öldürdüğüm için ıslahevine düştüm.
 
Ben o geceden sonra hiçbir şeyden korkmadım. O gece Kont geri döndü, o da büyümüştü benim gibi.
 
BOĞANIN ORADA
 
Vapurdan indiğimizde güneş tekrar yüzünü göstermişti. Bir süredir ikimiz de bu tarafa gelmemiştik. Vapurun kalabalığından çıktıktan sonra diğer bir kalabalık olan meydanın kalabalığına girdik. Nevzat bir hamburgercinin önünde bir an durdu. Nevzat bu konuda da benim tam tersimdi diyebilirim. Yemeyi çok severdi ve onun gibi bir çocuğa göre uzun  zamandır hiçbir şey yememiştik. Ceplerimi yokladım, cebimde kalan paramıza baktım; iyi hala biraz varmış diye düşündüm. Nevzatla bir an türk dizilerindeki gibi bakıştık ama ben o bakışmayı o kadar uzun tutmamak için içeri girdim. Üzerinde hamburger markasının üniformasını taşıyan bizden belki bir, iki yaş büyük çocuk adam yüzünde bir tiksintiyle bize bakıp, müdürü olduğunu düşündüğüm kişiye doğru “Mahmut Bey” diye seslendi. Mahmut Bey hemen yanımızda biterek, “Hadi, hadi para yok.” dedi. Sanki bir restauranttaki iki hamam böceğiydik onun gözünde ve biz orada olduğumuz sürece diğer müşteriler o restaurantın hijyen yönünden fakir olduğunu düşüneceklerdi. Ah bir de o restaurantın yedikleri o lezzetli hamburgerlerinin pişirilme şartlarını görseler, inanın bizim hijyen yönünden daha temiz olduğumuzu düşünürlerdi. Ama yine de bir anahtarım vardı bu kapıyı da açacak. Cebimden elli lira çıkardım. Mahmut Bey’in yüzüne doğru salladım. İki tane menü istiyoruz. Biz dışarıda bekleriz, oraya getirin paket olarak dedim. Mahmut bey bir an için bu teklifi düşündü “Kapının tam önünde beklemeyin.” dedi. Sonra sipariş bekleyen çocuğa doğru benden aldığı parayı uzatarak “Hazırla da teslim et” dedi. Dışarıda yaklaşık on beş dakika bekledik. Henüz limana yakın olduğumuz için rüzgar keskindi ve üşütüyordu. On beş dakika sonra o kasada bize tiksinti ile bakan çocuk paketimizi getirdi. Alırken yan tarafta bir kadın “Aaa ne kadar tatlı bak şu restaurant sokak çocuklarına yardım ediyor.” dedi. Ben kadına cevap verme gereği duymazken Nevzat, “Evet bir kuryeleri müşteriye vereceği yemeğin içine tükürmüş, bu da görülmüş, onlar da o yemeği bize verdiler hanım abla, sağ olsunlar.” deyiverdi.
 
Bir bankta yemeğimizi yedikten sonra -ki Nevzat benim kalan hamburgerimin yarısı ve patates kızartmalarımı da silip süpürmüştü- elimizdeki kolalarımızla kalabalığın arasından, Rıhtım Caddesi’nden Söğütlüçeşme Caddesi’ne doğru yöneldik. Nevzat’a dönüp gülümsedim. “Aklına nereden geldi helal olsun valla” dedim. Nevzat, “O kadar kaba insanlar mutlaka tükürmüşlerdir birinin yemeğinin içine; yalan söylemedim yani hep olan şeyler. Benim abim de bir ara kuryelik yaparken gıcık olduğu müşteriye yapardı; bunu anlatırdı.” dedi. “Hassiktir. Bizimkine de yapmış olmasınlar lan.” deyiverdim. Bu sefer gülme sırası Nevzat’taydı. “Olsun oğlum lezzetliydi ama.” dedi. Benim midem bulanmıştı ama Nevzat’ı bu durum hiç etkilememişti. Karşıda boğa heykelini gördüğümüzde biri koluma girdi. “Kanat sensin de mi?” Dönüp baktığımda kıvırcık, siyah saçlı bizim yaşlarımızda bir çocuktu. Herhalde Selim’in elemanı diye düşündüm. Kafamı ‘Evet’ manasında salladım. Kolumuzdan çekiştirerek bizi Asım Gündüz’e doğru soktu, oradan da Kırtasiyeci Sokağa girdik. Çocuğu biraz daha gözlemledim. Gözlerinde bir korku vardı, onu görebiliyordum. Hızlı hızlı attığı adımlar da bunun göstergesiydi zaten. Yol boyu bir kaç defa arkasını kontrol etti; her önüne dönüşünde rahatlamış bir şekilde nefes verdi. Nevzat korkmuştu, sakin olması için koluna dokunup yanında olduğumu hissettirdim. Kapalı dükkanlardan birinin kepengi yarıya kadar açıldı. Bizi getiren çocuk “Girin Selim içeride size bekliyor.” dedi. Daha sonra sokaktan aşağıya doğru devam etti. Biraz tedirginlik verici bir durumdu; yarıya kadar eğilerek içeri girdim yine de. Nevzat da arkamdan girdi. Gözlerimiz karanlığa alışana kadar biraz süre geçti daha sonra bir kaç seferde yanan beyaz bir lamba yandı tepede. Karşımızda biraz şişmancana, saçları tamamen kazınmış, ince bir bıyığı olan boncuk boncuk terleyen bir adam vardı. “Hoş geldiniz Kanat kardeş ben Selim.” dedi.
 
Alacağımız haber geri kalan hayatımızın nasıl gideceğine dair bir işaret olacaktı.

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *

YAPILAN YORUMLAR

  1. Esen

    Harika paylaşım eline emeğine yüreğine sağlık

    • access_time 20 Ocak 2021, 19:29
    • CEVAPLA