22 Ekim 2020, 02:50 tarihinde eklendi

AGAPİ

AGAPİ
Arka planda Drama köprüsü çalıyordu...
İki şehir arasında bir köprü kurmak, uzaklığı düşüncelerle bağlamak, hissetmek
ve hisleri tuğlalar yerine düşünmek ve düşünceleri metal iskelet yerine
kullanmak. Bir köprü inşa etmek. Biz uzak ara ilişkiler yaşıyoruz. Vücutlarımız
yan yana, birimizin kafası Bodrum diğerinin ise Atina.
Uzaktı çok uzak, eğildi yerden bir avuç toprak aldı. Sonra toprağı denize doğru
savurdu. Toprağın havada dağılışını, toz toz oluşunu izledi. Kapşonundan yüzü
görünmeyen adam bariz bir şekilde dertliydi; yanına yaklaşmadım. Yaklaşmak
istedim belki ama yaklaşamadım. Derdin ne diye sormak istedim, soramadım…
İzlemeye başladım köprünün en ucunda oturmuş adamı. Belki bir belki de iki
saat kadar izledim. İlginç bir adamdı, bir ara oturduğu yerden kalktı. Bir ayağı
sabit diğer ayağını denize doğru sallamaya başladı. Atlayacak sandım. Bu kadar
sığda atlasan da boğulmazsın demek istedim, diyemedim…
Tekrar oturdu, öne arkaya sallandı bir sure; elinde bir misina olduğunu o zaman
farkettim. Balık var mı acaba? Rastgele demek istedim, diyemedim. Bir süre
sonra elinden misinayı bıraktı ve bir taşla üzerine baskı kurdu. Ya büyük bir
balık gelseydi. Mesela bir müren. Alıp gitmez miydi misinayı, bilemedim.
Kafasındakilerden çok adamın yüzünü merak ettim birden. Sanki yüzünü
görmesem orada ölüp gidecektim. Sanki düşüncelerimi okumuş gibi kapşonunu
daha da önüne indirdi. Artık yüzüne vuran tüm gün ışığı karanlığa teslim
olmuştu. Kendime o kadar kızdım ki, düşüncelerimi bu kadar açık açık
düşündüğüm için şimdi hatırlayamadığım kallavi bir küfür ettim kendime.
Bana doğru mu bakıyordu? Gözlerimi hemen kaçırdım ve kenarda duran sandala
yoğunlaştım. Adı neydi sandalın? Adını göremiyordum. Oysa ki her sandalın adı
olurdu. İsimler en çok sandallara yakışırdı belki de. Bir garibanın umuduydu
sandal. Gariban umuduna isim verirse o isim güzel olurdu. Mesela Bodrum’da bir
sandal vardı. Sandalın adı “Ölüm de var”. Boyaları dökülmüş sandal, bir garibanın
umudunu gösteriyordu aslında belki de. Düşünsenize ölüm de var, şu an senin
yaşadığın ne ki? Ya da ölüm de var, bugünü de atlattık yarın güzel olsun haydi
rastgele gibi.
Tamam bana olan ilgisini kaybetti. Garibanlar ile ilgili olan düşüncelerim işe
yaramış ve adamın bana olan ilgisini kaybettirmiştim. Acaba ne iş yapıyordu?
Ailesi burada mıydı? Yalnız mıydı yoksa? Yetim miydi? Babası mı terketmişti?
Düşünceler sorular ve adama bir hikaye yazmaya karar verdim.
Ailesi 1967 yılında buraya göçmüştü. Peki nereden göçmüştü? Tamam ailesi
1967 yılında Manisa'dan buraya göçmüştü. Manisa mı? Çok vurucu olmadı sanki?
Tamam Tarsus'tan göçsünler o zaman. Bir insan bir deniz kıyısından neden
başka bir deniz kıyısına gitmek ister ki? Asıl vurucu olan deniz olan bir şehirden
deniz olmayan bir şehire göç etmesiydi. Bu sefer olmuştu.
Adamın ailesi 1987 yılında Ege'de bir kasabadan ki bu kasaba Bodrum olmalıydı,
Ankara'ya göçmüştü. Memur olan baba nedeniyle dersem sanırım fazla klasik
olacak. Ama bir insan neden deniz olan bir yeri bırakıp deniz olmayan bir yere
göçsün ki? Deli mi o insan yani şöyle memurluk nedir? Garanti iştir. Peki 1987
yılında da böyle miydi? Neden olmasındı? Adamın hikayesini ben yazıyorum
neticede. Evet aile Ankara'ya göçtü ve ilk gece başladı kabuslar. Genç adamın
gözünün önüne hep aynı sahne geldi. Deniz üzerinde iki köprü bir ucunda adam
diğer ucunda ise Agápi'si. Ortada ise delirmiş bir boşluk ne kadar yakınlaşsalar
onları o kadar uzak tutan boşluk. Derken günün birinde baba trafik kazasında
ölür. Çok üzülür çok ağlar babasının arkasından ama her gece gördüğü kabus
bastırır yasını bir süre sonra anmaz olur babasını. Sonra annesi kederinden
hastalanır. Hatta biraz dramatik hale getirmek için şöyle diyelim; annesi ince
hastalığa tutulur sevdiceğinin ölümünden sonra ve gözleri önünde erir, erir ve
ölür. Kimsesi kalmamıştır Ankara'da yalnızlığından başka. Kabuslar da bir türlü
bırakmaz peşini her gece, her gece ne yas tutabilir ne kendi dışında kimseye
üzülebilir. Karar verir tekrar Bodrum'a dönecektir. Kabusunu gördüğü o köprüye
gidecektir. İlk otobüse atlar; kaç saatte vardığını bilmeden varır Bodrum'a;
otobüste uyumuştur. Kabus gördü mü hatırlayamaz ve bir koşu kendisini o
köprüye götürecek dolmuşa biner. Dolmuşa binen her insanı sayar. 1, 2, 3 kaptan
ne zaman kalkacak? 4,5,6 kaptan ne zaman kalkacak? 7,8 dolmuş kalkar bazen
hızlı, bazen yavaş yol alırlar.
Köprüye vardığında görür Agápi'sini. Karşıdan ona bakmaktadır. Uzaktır ama
tam kestiremez kumral mıdır? Peki gözleri renkli sanki ama güzel çok güzel olan
kadın eliyle gel demektedir. O gece karşılıklı birbirlerine bakarak uyurlar.
Sabahında kabus görmediğini bilerek uyanır genç adam. Ama Agápi'si karşı
kıyıda yoktur. Tam o sırada fark eder suyun üzerinde bir yaprak gibi süzülen
genç kadının bedenini. Kimse görmez onu adam dışında, insanlar geçer ama
görmez, bakarlar ama görmezler. Sonra adam da göremedi zaman geçtikçe.
Unuttu mu? Bilinmez ama köprüden de ayrılamadı.
Ben bütün bunları düşünürken dalmış gitmişim, adam da gitmiş farketmemişim.
Yüzünü göremediğim için kendime bir kallavi küfür daha salladım. Birkaç genç
deniz kenarında oturmuş biralarını içip sohbet ediyorlar. Bir an beni görür gibi
oldular ama görmediler.
Ben de son bir sigara yaktım. Köprüde adamın durduğu yere gittim. Çektiğim ilk
derin nefeste gördüm onu. Kumral mıdır? Gözleri renkli midir? Tek bildiğim şey
var, çok güzeldi. Bir süre oturup baktım ona.
Köprünün ucundan denize doğru attığım ilk adım ve dalgalar. Yüzüyorum,
Agápi’me doğru yüzüyorum.
Belki ben bir Agápi, belki biri benim Agápim ne farkeder; Vücutlarımız yan yana
olsa, birimizin kafası Bodrum diğerinin ise Atina...
* Agápi: Yunanca aşk

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *